FeNe12BaHcE
  En Son Haberler
 



Sportivo: 'Buldozer Alex'

İtalya'nın en önemli haftalık spor dergilerinden Guerin Sportivo, bugün piyasaya çıkan yeni sayısında, Şampiyonlar Ligi 2. turunda mücadele edecek 16 takımı, "Şampiyonlar Ligi Kraliçeleri" başlığıyla kapak konusu yaptı.
12.2.2008

Takımların tanıtımının yapıldığı özel dosyada, Fenerbahçe’ye de iki sayfa ayıran dergi, sarı-lacivertlileri, "Alex bağımlıları" başlığıyla sundu.

Altbaşlıkta ise "Parma’nın eski yıldızı Brezilyalı Alex, yaratıyor ve sonuca gitmeyi de sürekli başarıyor. Onu çıkardığınız zaman, Zico’nun çalıştırdığı takım, manevralarda şabloncu ve hücumda da öngörülebilir bir hal alıyor" denildi. Haberde, Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım’a da geniş yer ayrıldı. "Antrenör Zico, Alex ve takım arkadaşlarının çıkardıkları işi övmeden önce, sarı-lacivertlilerin halihazırdaki patronu Aziz Yıldırım’dan söz etmemiz şart" denilen yazıda, sarı-lacivertlilerin başkanı Yıldırım’ın kulübe yaptığı katkılar şu cümlelerle özetlendi:

"1998’den bu yana başkan olan Yıldırım, son 10 yıllık sürede takımın bütçesini 20 milyondan 120 milyon Avroya yükseltti. Kulübün ticari kapasitesini artırdı. Takımın markalı ürünlerini satan Fenerium mağazalarının Türkiye genelindeki sayısı 45’e ulaştı. Şükrü Saracoğlu diye adlandırılan Fenerbahçe stadını modernleştirerek, seyirci kapasitesini 28 binden 50 bine yükseltti ve onu UEFA’nın beş yıldızlı tesislerinden birine dönüştürdü. Neticede de yeni millenyumda dört
şampiyonlukla, Türkiye’de en fazla itibar gören ezeli rakipleri Galatasaray sollanmış oldu."

"BULDOZER ALEX"
Haberde, Fenerbahçe’nin başarısının sadece Brezilyalı oyunculara bağlanamayacağı da belirtilerek, şöyle denildi: "Fenerbahçe’nin dikkati çeken Brezilyalılığı kimseyi aldatmamalı: Zira bu oturmuş takım, acı çekerek mücadele etmeyi de biliyor. Nitekim bunu, Moskova’da CSKA, Eindhoven’da ise PSV’ye karşı oynadığı iki maçta beraberliği yakalamasıyla da gösterdi. Bu iki test, takımın olgunluğunu açıkça ortaya koydu."

Dergi, Alex, Deivid ve Semih Şentürk’ün başarılı performansına da dikkati çekerek, şu değerlendirmeye yer verdi: "Parma’nın eski yıldızı Brezilyalı Alex, (İnter’i nakavt eden golün de sahibi), sağ açıkta ya da gerektiğinde ikinci forvet olarak oynayan ’buldozer.’ Deivid’in kilolarının ve de takımın en iyi golcüsü Semih Şentürk’ün kaliteli damarlarının da katkısıyla, yaratmayı ve sonuca gitmeyi sürekli başarıyor. Sırp Mateja Kezman ve genç yetenek Colin Kazım Richards’dan umulan destek ise şu ana dek genelde hayal kırıklığına neden oldu."

Gökhan Gönül’ün dinamizmine işaret eden Guerin Sportivo dergisi, sarı-lacivertli ekipten Edu Dracena ve Uruguaylı Diego Lugano’nun da bugüne dek sergiledikleri performanslara dikkatleri üzerlerinde toplamayı başardıklarına dikkati çekti.

Beni izlemeye devam edin

OFTAŞ maçında bir gol atan bir de asist yapan Kezman, "Eski görkemli günlerime döneceğim" diye konuştu.


Ligde 12 hafta aradan sonra, OFTAŞ maçında 11'de sahaya çıkan Kezman, bir gol atıp bir de asist yapınca iddialı açıklamalarda bulundu. Kezman kendini çok iyi hissettiğini belirterek eski görkemli günlerine döneceğini söyledi. Golleriyle F.Bahçe'yi sırtlayacağını kaydeden Sırp yıldız, "Taraftarı coşturacağım. Beni izlemeye
devam edin. F.Bahçe'nin başarısında büyük pay sahibi olacağım" dedi.





R.Carlos "Normal Değil..."

Müthiş sol ayağıyla tüm dünyanın beğenisini kazanan Brezilya`lı yıldızımız Roberto Carlos, Gençlerbirliği Oftaşspor karşılaşmasında sağ ayağıyla gol attı. Daha öncede sezonun ilkyarısında Sivasspor`a kafa golü atan Roberto Carlos, bunlar benim için normal olaylar değil dedi. Gençlerbirliği Oftaşspor karşılaşmasından sonra açıklamalarda bulunan R.Carlos ``İlk gölümü kafayla atmıştım, ikincisi ise sağ ayağımla oldu. Benim için normal değil. Genellikle sol ayağımı kullanırım`` şeklinde konuştu.

Carlos, Gençlerbirliği Oftaşspor galibiyetiyle şampiyonluğun en iddialı isimlerinden olduğumuzu gösterdiğimizi söyledi. Carlos, Şampiyonlar Ligi`ndeki Sevilla maçına da değinerek, ``Sevilla güçlü bir ekip. Birbirini oldukça iyi tanıyan ve tamamlayan bir ekip. Bu maça en iyi şekilde hazırlanmalıyız ve Kadıköy`de iyi bir skor elde etmeliyiz`` ifadelerini kullandı.





Ağları Delen Gol, Yedi Fark ve Acıların Takımı

0-0 lik beraberlik ile rekabet renklendi. Galatasaraylı dostların “Bu bir şey mi ,biz Fenerbahçe’yi zamanında 7-0 yenmiştik , bir maçta da Metin Oktay’ın golü de ağları delmişti” gibi iddialarının da öncesine, sonrasına bir kez daha bakma vakti geldi !

Önce 7-0 Galatasaray’ın galibiyeti ile biten efsanevi (!) maç ne zamanmış,neler olmuş bir bakalım.
(Galatasaraylı dostlar burada kağıt kalemlerini alıp not almaya başlayabilirler… Çizgili veya çizgisiz kağıt fark etmez …evet,kopyala-yapıştır da olabilir…İstediğiniz konudan başlayabilirsiniz…)

1910-11 sezonundayız.
Galatasaray kurulalı 5, Fenerbahçe kurulalı 3 yıl olmuş.
Fenerbahçe henüz Galatasaray’a karşı değil galip gelmek gol bile atamamış !

Fenerbahçe-Galatasaray, Kadıköy Union Club sahasında oynayacaklar.
Hava şiddetli Lodos ve Galatasaraylı oyuncuların bir bölümü karşıya geçemiyorlar.
Çaresiz sahaya 7 kişi çıkıyorlar. Bu yedi kişinin kimler olduğu Galatasaray kaynaklarında çelişkili.Ancak 7 kişi olduğu kesin.Yağmurdan vıcık vıcık çamur olan sahada oynanan maçı Galatasaray 7-0 kazanıyor. Maçın ne kadar naif bir ortamda oynandığı şöyle belli : Maç sona erdiğinde hava hala çok kötü . Karşıya evlerine dönemeyen Galatasaraylı futbolcuları Fenerbahçeli futbolcular evlerinde konuk ediyorlar , kaynaklara göre o akşam beraber eğleniyorlar. 6-0 lık maçtan sonra Mondragon,Vedat ,Arif ve Hasan’ın, Tuncay,Serhat,Ortega ve Ceyhun ile aynı evde kalıp eğlendiklerini düşünün…

Gelelim bu 7-0 lik galibiyette pek söz edilmeyen bir konuya. Fenerbahçe de maçta 11 kişi değil. 7 kişilik rakibi karşısında bazı kaynaklara göre 9 bazılarına göre 10 kişi.Eksiklik ise telafisiz bir yerde .Çünkü henüz 25.dakikada sakatlanıp oyundan çıkan Fenerbahçe’nin kalecisi !

Bir kaynağa göre oyuncular sırayla kaleye geçmişler bir kaynağa göre ise sol haf İzzi kalecilik yapmış.O yıllarda oyuncu değişikliği,yedek kaleci gibi kavramlar söz konusu değil.Amaç Galatasaray’ın başarısına gölge düşürmek değil tabii ama kalecisiz bir takımın 7 gol yemesi yüzümüzde bir tebessüm de oluşturuyor.

Galatasaray bu maçtan sonra da Fenerbahçe’den gol bile yemeden galibiyetlerini sürdürüyor.
Bu büyük rekabette bir tanesi yarım kalmış ilk 8 maç sonunda Galatasaray’ın tarihinin en keskin serisini yakalamış durumda .8 maçta 8 Galibiyet ve Sarı Lacivertli ağlara atılan 28 gol .Fenerbahçe’nin henüz golü dahi yok ! (Burayı da not almayı unutmayın ! ..Tükenmez veya kurşun kalem fark etmez… )

O yıllara geri dönelim .Fenerbahçe kaptanı Galip dönemin en yetenekli futbolcularının başında geliyor.Henüz çocuk yaştaki takım arkadaşların hem kaptanı hem de hocası ! Her takım bu yetenekli oyuncuyu kendi kadrosunda görmek istiyor ve kendisini ikna etmek için “Fenerbahçe’nin genç tecrübesiz ve başarısız takımı içinde yeteneklerini kaybedeceğini” dile getiriyorlar.Hemen belirtelim 5 takımlı İstanbul liginde Fenerbahçe 1909-10 ve 1910-11 sezonlarını 5. sırada bitirmiş.

Kaptan Galip’in cevabı şöyle :
-Zararı yok…Zayıf takımımız bu sene, gelecek sene yenilir.Bu acıları arkadaşlarımla beraber müştereken çekerim.Fakat Allah’ın izniyle elbet bir gün yenecek kudreti de iktisap eder ve o zaman yine onlarla beraber neşe ve saadet duyarım.

1911-1912 sezonunda lige Galatasaray katılmıyor. Galatasaray’ın Fenerbahçe’ye dostane bir şekilde “oyuncularımızdan istediğinizi kadronuza katarak takviye yapabilirsiniz “ teklifinde bulunduğunu ve Fenerbahçe’nin bu teklifi teşekkür ederek kabul etmediğini de belirtelim. Galatasaraysız ligi Fenerbahçe şampiyon olarak bitiriyor.

1912-1913 sezonunda Balkan Harbi nedeniyle ligler oynanmıyor.

1913-1914 sezonuna Galatasaray’da katılıyor. Kendi katılmadıkları sezonda şampiyon olan Fenerbahçe’yi küçümsemeleri doğal .Daha kendilerine gol bile atamamış bir takım kendi yokluklarında şampiyon olmuş .

9 Ocak 1914 günü iki takım karşılaşıyorlar.Hasan Kamil Galatasaray kalesine ilk golü atan Fenerbahçeli futbolcu oluyor ve orada durmayıp maçta 2 gol daha atıyor.Maçı Fenerbahçe 4-2 kazanıyor. Kaptan Galip mi ? Tabii ki kadroda !

O sezon Fenerbahçe hiç yenilmeden İstanbul Ligi şampiyonu oluyor ve Galatasaray karşısında günümüze dek süren büyük seri başlıyor…

Ağları delen gol “efsanesine” de kısaca değinelim.
Gerçi o yılların ağlarının kalitesi düşünülünce fazla şaşırtıcı bir hadise değil.Ancak Fenerbahçe –Galatasaray maçında olunca işin rengi değişiyor.Peki hangi maçmış bu ?

1959 sezonu.Milli lig yeni başlamış.

Maçlar önce iki grupta oynanıyor.İki grubun lideri olan Fenerbahçe ve Galatasaray şampiyonluk için iki maç üzerinden karşılaşıyorlar.İlk maçı Galatasaray ,Metin Oktay bu ağları delen golüyle 1-0 kazanıyor.Şampiyon olabilmek için ikinci maçta Sarı Kanaryaların 2 fark atması gerek.Fenerbahçe maçı ağları delmeyen 4 gol ile 4-0 kazanıyor…Milli Küme’den sonra Milli Liglerinde ilk kupası Fenerbahçe’nin !

Ağları delen gol ve ikincilik Galatasaray’ın tesellisi olarak kalıyor.
(not almayı bitirenler çıkabilirler…)

Kaptan Galip’in dediği gibi :
Nice “neşe ve saadet” dolu sezonlara…

Bozkurt K.Yılmaz
bky@antu.com


Kadıköy’de dakikalar 30’u gösteriyordu, ceza sahası içinde Aurelio yere indirildiği anda düdük çaldığında birçok Fenerbahçe’li gibi ben de Oftaş lehine faul ve Aurelio’ya sarı kart bekliyordum. Çünkü yıllardır böyle olmuştu hep. Ama başka, tuhaf bir şey oldu. Topu ceza sahasının içindeki beyaz noktaya koydular. Sonradan öğrendik ki bu atışın adı penaltıymış ve o noktaya kireç, bu atışın yapılacağı yeri belirlemek için dökülüyormuş. Sonra topun başına Alex geçti. Ben Oftaş’lı futbolculardan topa müdahale etmelerini beklerken onlar seyirci gibi vuruşu izlediler. Kaleci de dondu kaldı kale çizgisinde, hiç ileri adım atmadı. Ben herhalde Alex çok ani vurdu, hiçbiri bu vuruşu beklemiyordu diye düşünüyordum. İçimden de “eyvah, gene yazmadıklarını bırakmayacaklar, neden kimse şu topa müdahale etmedi ki” dedim. Meğersem o penaltı denilen atış sırasında başka futbolcuların ceza sahasına girmeleri de yasakmış. Ne tuhaf bir atış türü şu penaltı. Bakalım yaşadıkça daha neler göreceğiz? Neyse sonra top ağlara gitti. Ben ne oldu diye düşünürken Alex’in sevincini görünce bunun da normal gollerden bir farkı olmadığını ve 1–0 öne geçtiğimizi anladım. Ne güzel bir şeymiş meğersem şu penaltı. Demek onun için Galatasaraylıların sene başından beri hiç sesleri solukları çıkmıyor.

Fenerbahçe mükemmele yakın bir futbol oynadı. Kaldı ki Alex vasat bir gününde olsa ve o inanılmaz golleri kaçırmasa maç 7-1’de bitebilirdi. En büyük kazanç ise “artık geri döndüm” diyen Kezman oldu. Zaten Türkiye’de, konsantre olduğu bir maçta Fenerbahçe’yle berabere kalacak bir takım yok. Yeter ki kendilerini maça versinler. Zaten bu durum futbolcuların yüz ifadelerine de yansıyor, sahada pozisyonları kendi aralarında tartışıp kahkahalarla gülebiliyorlar. Bu da yaptıkları işten, oynadıkları oyundan ne kadar keyif aldıklarını gösteriyor. Başta takımlar gibi öfkeden kuduran, ağızlarından salyalar çıkan isimler yok Fenerbahçe’de. Kaldı ki Fenerbahçe halen bu maçlara Sevilla maçı provası gözüyle bakıyor. Yoksa bu ligde neyin ne olacağını biliyoruz artık. İbrahim’in Edu’ya attığı dirsek unutuldu sanılmasın, notumu aldık kenara.

Hafta sonu Sevilla, Barcelona ile 1-1 berabere kaldı. Maçı 3–4 farklı kazanacak kadar gol pozisyonunda da girdiler. Zaten problemleri gol pozisyonuna girebilmek değil, tam tersi defansları. Orta sahayı geçtiklerinde çok seri paslaşıyorlar. Aynen gününde bir Fenerbahçe’nin yaptığı gibi. Barcelona gibi bir takım bile kesemedi bu paslaşma zincirini. Bu paslar da bir süre sonra sürekli koşmak zorunda kalan rakibi yoruyor. Ama başarıyı kendilerini savunmada fazla gösteremiyorlar. Zaten gösterseler Şampiyonlar Ligi’ni oynamaya gerek bile kalmayabilir.

Sevilla maçı çok denk iki kuvvetin maçı şeklinde geçecek. Fenerbahçe için en önemli sonuç Kadıköy’de mutlak suretle gol yememek. Burada 0–0 beraberlik bile rövanş maçı için büyük avantaj. Ondan sonra da rakip sahada alınacak gollü bir beraberlik ve arkasından Manchester, Barcelona ve Real Madrid hariç her türlü eşleşmede sonuna kadar kovalanacak bir yarı final mücadelesi Fenerbahçe’yi bekliyor.

Futbol bu, Fenerbahçe elense de problem değil, sonuçta her sene takımın üstüne bir şey katarak yükseldiğini hepimiz görebiliyoruz. Geçen sene AZ’ye elenen takım bu sene ondan daha kuvvetli PSV’den gol bile yemeden 4 puan aldı. Aynı şekilde geçen senelerde Zaragoza’ya karşı berabere bile kalamayan takım bu kez çok daha güçlü Sevilla sınavında ama hepimiz umutluyuz. Sonuç ne olursa olsun artık eminiz ki bu sene alınan sonuçlar, önümüzdeki sene alınacak sonuçlardan daha kötü ya da benzer seviyede olacak ama dibe doğru büyük çöküşler, mesela Trömsö, Helsinborg gibi futbol faciaları yaşanmayacak. Yavaş yavaş, yılların birikimi ve tecrübesiyle, Avrupa için bir futbol felsefesi oturuyor Fenerbahçe’nin.

’80 lerin en büyük acı çekme sembollerindendi Küçük Emrah. Bir insanın başına gelebilecek ne kadar kötü şey varsa onun başına gelirdi, ölümler, yaralanmalar, sakat kalmalar, kör olmalar, kötü yola düşmeler... Ruhu sıkılırdı, içi daralırdı insanın, ama bu sayede bir o kadar da seveni olmuştu. Çünkü Türk insanının karakteristik özelliğidir düşenin yanında olmak, ezilene yardım elini uzatmak, zayıfı kollamak, garibana sahip çıkmak ve onu himayesine almak.

Geldik 2000’lere ve bu yüzyılın yeni acı çekme sembolü Galatasaray. Sürekli bir yakınma, bir şikayet, bir acı çekme, bir acındırma, bir duygu sömürüsü... 2 sene evvel moda “Parasızlıktı”. Yok efendim maaşlarını alamamışlar, yok efendim primleri ödenmemiş, yok futbolcular isyan etme noktasındalarmış diye diye, kendilerini acındıra acındır rekor bir puanla şampiyon oldular. Rakipler bile sahada ciddi bir direnç göstermiyor, kaybettikleri maçlardan sonra üzülmüyor, neredeyse Galatasaray’ın puan almasına seviniyorlardı, düşene bir de biz vurmayalım mantığıyla. Foyaları her zaman olduğu gibi sadece Avrupa maçında balıkçıların takımı Trömsö’ye yenildiklerinde ortaya çıktı. Türkiye’den Fenerbahçe’den başka bir Trömsö çıkmayacak mı dedik ve de çıkmadı.

Sonra kimse de çıkıp bunlara Riva’daki arazileri, koskoca adayı, Taksim’deki binayı, Florya’daki tesisleri, Çekmece’deki arsaları, Mecidiyeköy’deki sahaları sormadı. Varlık içinde yokluk böyle bir şey olsa gerek. Türkiye’nin uzak ara arazi şampiyonu Galatasaray ama futbolcuların primlerini ödemekten aciz. Bir de banka hesapları açarak taraftarından yardım topluyorlar.

Onu da geçtim kimse de çıkıp bu maaşlarını, primlerini alamayan gariban futbolculara, nasıl oluyor da milyarlık jeeplere, Mercedes’lere, BMW’lere biniyorsunuz, kaç milyarlık dairelerde yaşıyorsunuz, kaç tane villanız var diye de sormadı. Sanki futbolcu değiller de taş ocaklarında boğaz tokluğuna çalıştırılan gariban işçiler.

Başka herhangi bir takım, durum gerçekten böyle olsa, daha 10 uncu haftada lige havlu atardı, oysaki Galatasaray o sene rekor puan ortalamasıyla şampiyon oldu. Bu da işin tamamen kurulduğunu, ayarlandığını, düzen olduğunu gösteriyor. Çok bariz ki kendi aralarında toplanmışlar, bir strateji belirlemişler ve bu tiyatroyu yöneticisinden futbolcusuna yıl boyunca sergileyerek şampiyon oldular.

Bu senenin acındırma taktiği de “Yerli Futbolcular”. Papaz her zaman pilav yemez, artık fakirlik masalına herkesin karnı doydu. Bu yüzden yeni bir acındırma stratejisi gerekiyordu. Böyle durumlarda Milliyetçilik duygularını istismar etme tarih boyunca her zaman en etkili yöntemlerden birisi olmuştur. Takıma doldurdukları adı sanı duyulmamış tuhaf yabancıları da oynatamayınca bir Yerli Futbolcu masalıdır başladı. Demek ki çok övünülen “Batıya açılan pencere” anlayışı, artık aslını inkar ediyor. O pencere, Doğu’nun en uzak, en karanlık köşesine açılır olmuş. Gollerden sonra çiftetelli oynayarak Fenerbahçe’ye gönderilen mesajlar, tuhaf tuhaf hareketler aldı başını gitti. Galatasaray’ın tescilli resmi yayın organı Milliyet gazetesi de yangına körükle gidip yengeç dansı ile çiftetteliyi karşılaştırıp saatlerce manşette tutunca insan iyice soğur hale geliyor basından da, futboldan da. Türklüğün sembolü yapılan şeye de bakın, golden sonra oynanan çiftetelli. Kaldı ki sanki o çiftetelliyi yıllar önce Hooijdonk oynamamıştı attığı gollerden sonra.

Bu koşullar altında ben Galatasaray’da oynayan yabancı futbolcuları da anlamıyorum. Ben olsam bir saniye durmam bu takımda ve bu ülkede. Irkçılık yapıldığı gerekçesiyle de UEFA’ya basarım şikayeti. “Madem yabancı bu kadar fena, bu kadar kötü, bu kadar zararlı bir şey, ben gidiyorum ne haliniz varsa görün” derim, basıp giderim. Kendinizi koysanıza adamların yerine, başka bir ülkeye transfer oluyorsunuz futbol oynamak için ve o takımda sürekli yerli futbolcular oynatılıyor ve bir de sizi dışlıyorlar. Varlığınızı takıma zarar olarak gösteriyor, “siz olmadan biz aslında çok daha iyiyiz” mesajını veriyorlar. Sanki o ülkede bulunma sebebiniz futbol oynamak değil de bu mesajın verilmesine imkan vermek. Bu durumda kim o takımda kalmak ister?

Şimdi yabancı oyuncular, “ne haliniz varsa görün” diyerek gitmediklerine göre iki ihtimal var. Birincisi, 2 yıl evvel oynadıkları açlık, sefillik stratejisini, fakir fukara edebiyatını bu kez “yerli futbolcular” adıyla oynuyorlar, ortada kurulu bir düzen var. Bu durumdan yöneticiler, yerli futbolcular ve yabancı futbolcuların da haberi var ve kimse seslerini çıkarmıyor. Herkes gidişattan gayet memnun ve bunu lig sonuna kadar sürdürecekler.
İkinci ihtimal, böyle bir düzen yok ve yabancı futbolcular bu duruma gerçekten çok içerliyorlar. İşte o zamanda sahada büyük problemlerin başlaması, yerli futbolcuların yabancılara kasten pas vermemesi, kamplarda takımda yabancı-yerli şeklinde bir ikiliğin doğması, kutuplaşmaların başlaması lazım. Bu da zaten kısa sürede kendini sahada futbolcuların hal ve hareketlerinden gösterir. Eğer ikinci ihtimal gerçekleşmezse, o zaman olayın kurgu olduğu net olarak anlaşılacak.

Aslında bu yazdıklarımız da boşuna çünkü Türkiye’de şampiyonluğu daha lig başında Doğan Grubuna geleceklerini ipotek ettirerek garantilediler. Bakın bakalım bu hafta Galatasaray’ın kazandığı komik ötesi, saçma sapan penaltı mı daha çok tartışıldı yoksa Aurelio’nun ayağını kırmaya tam teşebbüs hareketten doğan Fenerbahçe’nin 2 yılda kazandığı toplam dördüncü penaltı mı? Neredeyse ceza sahasında Galatasaray’lı futbolcuya yan gözle bakılmasına bile penaltı çalınacak. Daha aleyhlerine çalınan bir tane düdük yok. Hakem hatalarıyla kaybettikleri yarım puan bile yok. Bir de Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın başına gelen hakem hatalarına bakın. Değiştirin o hataları, şu anda Beşiktaş ve Fenerbahçe’nin kopmuş, kafa kafaya kalması lazım çoktan. Güya lider takım, tribünlerinde Kadıköy’de kale arkası tribünü bile dolduramayacak kadar seyirci toplamış. İşte Türk futbolunun getirildiği nokta.

İçler acısı bir futbol maçı sonrasında yazılanlar genelde futbolun güzelliği oldu. Oysa hatırlayın Fenerbahçe – Trabzonspor maçından sonra yazılanları. Futbolun ilkelliği mi kalmamıştı çağdaş futbolun katledilmediği mi? Hatta başlıklar bile “Galatasaray yarım düzine gol attı” şeklindeydi. İyi de çeyrek düzine de gol yedi, onu da yazsanıza. Halı saha maçları ayarında bir futbol ve goller.
Fıkra bu ya olimpiyatlarda 100 metre finaline sadece iki atlet kalmış, Rus ve Amerikan. Amerikalı atlet kendinden gayet emin startla beraber ok gibi fırlamış, her adımda biraz daha açmış arayı ve yarışı 20 metre farkla kazanmış. Ertesi gün Sovyet gazetelerinde Rus atletin başarılarını öven yazılar, yoldaşın nasıl büyük bir mücadele vererek Olimpiyat ikincisi olduğunun hikayeleri. Tüm yazıların ve başarı hikayelerinin sonunda da Olimpiyat Şampiyonu Amerikalı atlet hakkında aynı yorum ; “Amerikalı atlet ise yoldaşımızın ikinci olduğu yarışmada anca sondan ikinci olabildi.”

Maç da toplam 9 gol atılmış, yani 10 dakikaya 1 gol düşüyor ama gollerden başka hiçbir şey yok. Utanç verici, halı saha düzeyinde bir maç. Bu kadar defans hatasının yapıldığı, defansların, kalecilerin geleni gideni seyrettiği, çağdaş futboldan bu kadar uzaklaşılan, mahalle futbolundan örnekler sergilenen bir maçı uzun zamandır izlememiştim. Maçta toplam dokuz gol oluyor ama futbol ve onun gerçekleri ayaklar altına alınıyor. İki takımda da ne bir disiplin anlayışı ne de bir taktik. Sahada yaratıcılıktan son derece uzak, sadece deliler gibi sağa sola saldıran ve bitime yarım saat kala yürüyecek hali kalmayan bir Galatasaray. Zaten Lincoln oyuna girdikten sonra orta saha tamamen düşüyor. Karşısında kötünün de kötüsü, küme düşmenin en büyük adayı Manisaspor. Biz de kendimizi kandırıyoruz 9 gol atıldı da zevkli bir maç izledik diye.

Kaldı ki bu koşturan, deliler gibi pres yapan Kalli’nin gerçek takımı işte. Feldkamp’ın bildiği ve oynatmak istediği futbol tam olarak bu. Sahada ikiye ayrılmış, arada ciddi yaş arkı olan iki grup. Yaşlıların tecrübesi ile gençlerin enerjisinden oluşan birleşim. Fakat Kalli’nin gerçek oyun anlayışını sergileyen bu takıma Lincoln, Nonda, Barusso ve Song gelince ne olacak? Özellikle de en çok problem yaratacak oyuncu Lincoln çünkü takımdan kesilirse bu sefer parayı bastırıp onu takıma kazandıran sponsorların baskısı başlayacak oynatılması için. Bakalım Feldkamp bu futbolcuları takıma koymak zorunda kalınca bu keseceği oyunculara, neden takımdan kesildiklerini nasıl açıklayacak? Bundan sonra hangi futbolcuya "iyi oynarsan, formayı alırsın " diyebilecek? O zaman da yerli futbolcu tantanasını bakalım yürütebilecekler mi? Ya da ne gibi yeni acındırma taktikleri geliştirecekler de bizi futboldan daha da iğrendirecekler.



 
  Bugün 1 ziyaretçi (2 klik) kişi burdaydı!
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol